Prof. Yüksel Taşkın
CHP PM Üyesi, İzmir Milletvekili
“Cumhuriyetimizin 100. yılını kutlayacağımız bu çok önemli ve değerli günü, hız çağının eseri kısa ve rutin mesajlarla yetinmeden nasıl anabiliriz? Cumhuriyetimizin önemini nasıl anlayabilir ve anlatabiliriz?” düşüncelerinden hareketle bu metni kaleme aldım.
Bu vesileyle Kurtuluş Savaşı’nı kazanır kazanmaz ülkemizde Cumhuriyet’i inşa eden Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarını minnetle anıyorum.
Bugün Osmanlı İmparatorluğu’na öykünenler elbette kendi siyasi ihtiyaçları doğrultusunda tarihi yeniden yazıyor ve bu dönemin ciddi eksikliklerini görmezden geliyorlar. Adı üstünde “Osmanlı” bir hanedanın adıydı ve bu monarşik tek adam yönetiminde “reaya oğlu reayadır!” anlayışı geçerliydi. Yani devleti yönetenleri içeren askeriye zümresine bir çiftçi veya köylü çocuğunun katılması neredeyse imkânsızdı. Yine padişah hariç, askeriye ve reaya zümreleri de “tebaa” idi yani belirli hakları ve özgürlükleri tanınmaksızın Padişah’a “tabi” oldukları açıktı.
Aslında Mustafa Kemal Atatürk’ün “Köylü milletin efendisidir” sözleri de bu bağlamda değerlendirilmeli. Bu sözler, “reaya oğlu reayadır!” anlayışının tam tersini vurgulamak için söylenmiştir ve bir ülke cumhuriyetse artık halk ve köylü “efendidir”, “tebaa” değildir. Yönetimin meşruiyet kaynağı da yeni “efendilerdir”; yani, “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir.”
Elbette bu idealle gerçeklik arasında bir mesafe vardır ama Cumhuriyet bu mesafenin aşılabileceğini gösterir. Cumhuriyet döneminde siyasette ve bürokraside etkili olan, Başbakan ve Cumhurbaşkanı olan köylü çocukları, Osmanlı döneminde yaşasalardı elbette reaya kalacaklardı.
İşte arada böyle büyük bir fark vardır ve bu topraklarda Cumhuriyet’in büyük değer görmesinin en önemli nedenlerinden birisi de budur.
Osmanlı tarihini yüceltme eğiliminde olanların görmedikleri veya görmek istemedikleri de budur: Cumhuriyet ile beraber geçmişe özlem duyanlar güçlü bir monarşist hareket yaratamadılar. Balkanlardan Orta Doğu’ya 20. yüzyılın ilk yarısında monarşi yanlıları güçlü partiler ve hareketler oluşturdular. Ama Türkiye’de Osmanlı’ya ve monarşiye geri dönüş talebi siyasette etkili olamadı.
Neden? Çünkü bu toplum Cumhuriyet’i ve onun doğal olarak önünü açtığı çok partili hayatı sevdi ve benimsedi. Demokratik tecrübemiz henüz çoğunlukçu anlayıştan çoğulcu anlayışa sıçrayamamış olabilir ama inanıyorum ki ikinci yüzyılda bunu da başaracağız.
Önümüzde yerel seçimler var ve en az bir milyon insan bu seçimlerde adaylaşacak, seçilme hakkını kullanmak isteyecek. Bu pratikler artık ciddi bir gelenek halini almış durumda.
Aslında sağ sol rekabetine rağmen bu ülkede Cumhuriyet’in ve onun eseri olan modernleşmenin çok geniş bir toplumsal mutabakat yarattığını görmemiz gerekiyor. Yine iddia ediyorum ki özellikle son 22 yıllık iktidar, ülkemizde laikliğe olan bağlılığı da ciddi olarak güçlendirmiştir. Tüm nesnel ölçümler bunu göstermektedir.
Modernleşme, yani statik hayatınızın değişme imkanı ve çocuğunuzun sizden çok daha iyi bir yaşam süreceğine dair inanç, Cumhuriyetimizin en önemli kazanımlarındandır. Sahiden de Cumhuriyet döneminde her kuşak bir öncekinden çok daha iyi yaşamıştır. Milletimizin çok iyi kavradığı gibi daha iyi bir hayatın anahtarı da eğitimden geçmektedir.
Yine yoksulluktan çıkışın iki en temel aracından birisi üretim ve güvenceli istihdamsa diğeri kamusal eğitimdir. Bu iki alanın yanı güvenceli istihdam ve kamusal eğitimin de saldırı altında olması, ikinci yüzyılda Cumhuriyetçi ve demokrat güçlerin en çok sahip çıkmaları gereken iki alanı işaret eder.
Elbette Cumhuriyetimizde aşındırılan sadece güvenceli istihdam ve kamusal eğitim değildir. Sınırlı da olsa geliştirdiğimiz demokratik tecrübe ve Cumhuriyet döneminin eseri olan tüm kurumlar geriletilmiştir. Cumhuriyet tecrübesinin olumlu iki kurumsal mirasını örnek vermek yeterli olacaktır: Geçmişte ülkemize çok katkı veren Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) artık yoktur. Yine Cumhuriyetimizin Köy Enstitüleri’yle beraber anılması gereken en önemli eğitim başarılarından Anadolu Liseleri de ismi var kendisi yok durumuna düşürülmüştür. Örnekler daha da artırılabilir…
Ama asıl erozyon yürütmenin oransızca güçlenmesine dayanan tek adam rejimiyle gelmiştir. Yargı nefes alamaz hale getirilmiştir. Meclis gücünden çok şeyler yitirmiştir. Çoğunlukçu anlayış el kaldırıp indirmeyi Meclis’in yegane işlevi haline getirirken denetim görevi büyük ölçüde aşındırılmıştır.
Daha da vahimi Anayasa’da tanımlanan siyasal yetkilerin neredeyse yüzde 80’inin tek bir kişiye bahşedilmiştir. Bu yönetim anlayışı ne Cumhuriyet değerleriyle bağdaşır ne de demokrasiyle.
Nicola Machiavelli, Cumhuriyet’in neden diğer yönetim biçimlerinden değerli olduğunu anlatırken “Cumhuriyet yetenekli insanlar havuzudur” demişti. Cumhuriyet yetenekli ve çalışkan yurttaşların önlerinin açık olduğu ve böylelikle toplumsal faydaya katkı sunarak ortak refahı büyüttükleri yönetim biçimidir. Dolayısıyla tek adam rejimi, Cumhuriyet değer ve kurumlarının aşınması demektir.
Cumhuriyet bu bakımdan dışlayıcı milliyetçilik türlerinden de farklıdır. Cumhuriyet aynı bayrağın altında aynı gelecek hedefleriyle yan yana gelenleri doğuştan getirdikleri kimlikleri üzerinden ayrıştırmaz. Onları tüm farklılıklarına rağmen ortak bir kamu olarak görür. Bu da aslında halkçılık ilkesinin de özüdür.
Tam da bu nedenle gençlerimiz için liyakat diyoruz. Yetenekli gençlerin önlerinin açılmasını, ülkelerinden gurur ve umut duymalarını istiyoruz.
Dikkat edilirse çarpık bir ahbap çavuş kapitalizminin dayattığı Neo-Liberal dönüşümlerle birlikte kamusal eğitim mirasının da aşındırılmasının en büyük zararı yoksullara ve eğitim yoluyla önü açılan alt orta sınıflara olmuştur. Atatürk “Cumhuriyet kimsesizlerin kimsesidir” derken aslında kamucu bir bileşeni de tarif ediyordu. Ama artık elimizde kamusuz bir tek adam rejimi var.
Tam da bu yüzden, bir asrı deviren Cumhuriyetimizde ilk defa çocuklarımızın, gençlerimizin ailelerinden çok daha düşük standartlarda yaşamak zorunda kaldıkları ve kalacakları bir tünele girmiş durumdayız.
Ama bir yüzyılı geride bırakan ve ikinci yüzyıla yelken açan Cumhuriyetimizi, bahsettiğimiz saldırılardan kurtararak çok daha ileriye taşımak bugün CHP başta olmak üzere tüm Cumhuriyetçi ve demokratik güçlerin yegane hedefi olmalıdır.
Öncelikle bu yüzyılda Cumhuriyet’i, demokrasiyle taçlandırmak en önemli hedeflerimizden olacaktır. Aslında çoğunlukçuluğa sıkıştırılan bu sözde demokrasiyi çoğulcu ve laik bir yapıya kavuşturmak asla vazgeçemeyeceğimiz bir hedef olacaktır. Yargının tarafsız ve bağımsız olduğu, yasamanın yeniden güçlendirilerek itibar kazandığı çoğulcu bir demokrasi, bu ülkenin refah üretmesinin de en önemli koşuludur.
Tek adam rejimiyle beraber ekonomimizin çökmesi tesadüf değildir. Bugün Hazine’nin toplam borcu altı trilyonu aşmıştır. Bu ülke ancak demokrasiyle beraber refah üretebilir ve zenginleşir.
Ya bölüşüm? Demokrasi refah demekse sosyal demokrasi de adil bölüşüm demektir. Bu da Cumhuriyet’in kamucu mirasının yeniden canlandırılması ve daha da ileri taşınmasıyla mümkün olabilir.
Bugün kimsesizlerin kimsesi olması gereken Cumhuriyetimizde toplumun yüzde 30’u, üretim süreçlerinden kopartılarak sosyal yardımlara muhtaç kılınmış durumda. Bugün ülkemizde etkin ve hak temelli bir sosyal devleti inşa etmek bir başka vazgeçilmez hedefimiz olmalıdır. Eğer yerel yönetimlerden başlayarak bu iddiamızı somutlarsak, genel iktidarı aldığımızda sosyal devleti inşa edebildiğimiz takdirde bu ülkede Sol’un iktidarının kalıcılaşması bakımından çok önemli bir mesafe aşılmış olacaktır.
Özetlersek; ikinci yüzyılda Cumhuriyetimizi laik çoğulcu demokrasiyle taçlandırmak, refahı arttırmak ve kamuculuk felsefemiz ekseninde güçlü ve etkin bir sosyal devletle bölüşüm adaletini gerçekleştirmek en büyük hedeflerimiz olacaktır.
Çok zor koşullarda ülkeyi amansız saldırı ve savaşlardan kurtararak Cumhuriyet’i inşa eden Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşları bize ilham vermeye devam ediyor.
Asla vazgeçmeyeceğiz.